26 Haziran 2009 Cuma

Neon çok Neon


Öncelikle.
Şok bir yaratık ve blog yazarı olabilme umudu ile samet aksuoğlu'nun nacizane daveti üzerine keyifle giriştim bu işe.Teklifi ve paylaşımı için resmiyetle iştigal hayat tarzımız içinde,teşekkür ediyorum. Devamında sametin de dediği gibi aramıza katılacak diğer meyveler ile turfanda insanlara karşı, taptaze ve zamanında işler yapacağız.Beklenti yüksek.


Michael Jackson'ın ölümü üzerine edilecek 2 çift sözü burada dilimden ufak parçalar halinde ortaya dökmek istiyorum.

5. sınıfta şarkısıyla 'Black or White ne farkeder ki?' adlı şarkısıyla gösteri yaptığım,
dünya üzerinde bir canlının burnu ile ilgili en çok münasebet ve duygusal gitgeller yaşayan, 88 kuşağından biri olarak, etkisini üzerimize bomba etkisiyle düşürememiş olsa da, saygımızı ve estetik cerrahi sevgimizi pekiştiren yegane insanlardandı.

Pek sevilirdi.Pek severdi.Pop un kralı idi. Artık justin timberlake .Hayırlı olsun.Birleşmiş ve tüm birleşmemiş milletlere.





Fotoğrafımız,oldukça iştah açıcı. mantar yiyenlerden duyduğum kadarı ile renk değişimi normal görüntü üzerinden aynen bu hale geliyormuş. Neon parlak renkler ,kıyafetler, insan hayvan arası garip satir vari yaratıklar...
Kısacası bu bir mushroom yiyelim, yemeyenlere tattıralım isterlerse yerler hareketidir.

5 kişi üzerlerinde halüsinasyon içerikli 12 parça kıyafet ve artı aksesuarları ile,
ilgi çekici bir filmin ufak bir karesini canlandırıyorlar.
Ve bunu üzerine aklıma sızan kelimeler. Charlie'nin çikolata fabrikası.
Ve arkasından gelen yeni bir devam filmi. Charlie'nin yokolası fabrikası.
elimizdeki ,bu gördüğünüz 5 karakterin, charlie nin ilk filmde fabrikasında basına gelmeyen şey kalmayan 5 cocuğun büyüdüklerinde fabrikayı ele geçirme öyküsü.


- Violet Beauregarde, filmin sakız çiğneme şampiyonu.Artık sakız değil insan çiğniyor. Sağ en baştaki duruşu bunu destekler nitelikte.

- Mike Teavee, filmin teknoloji çılgını cocuğu. Cocuk olmasına ve gördüklerine rağmen hala aç.soldan ikinci sırada maskesi ile karşımızda.

- Veruca Salt, fakiri hor gören burnu kalkık veruca. İşte şimdi karşımıza bir gotik olarak çıkıyor. Sol baştaki asi tavrı senginliğin ondan aldıkları.

- Augustus Gloop, o sadece bir şişman. Hala oyle sanıyorken bizi ömrümüzde hiç sasırtamdığı kadar şarıştan şey oluyor.Sarı saçı, fit vücudu ve alman aksanlı ingilizcesi ile karşınızda.Ha bir de sanırım tercihini yapmış,giydiği muhteşem ökceden anlıyoruz.

-Evet .Son karakter .O işte son anda michael jackson anısına kadroya aldığım ve zaten filmlerin vazgeçilmezi. Zenci adamımız.Replikleri zenginleştiren ,varlığı her şekilde keyifli.

Bu beş çocuk,yıllar önce rezil olmuş bir halde fabrikadan çıkışlarını ve onları izleyen yüzlerce insanı hiç unutmadılar ve bir gün hesabını sorabilme hırsı ile yollara düştüler.
Önce Willy Wonka'nın fabrikasından ayrılıp bir süre sakin ve tek basına emekli hayatı yaşadığı ufak isveç kasabasına ardından rehin aldıkları Wonka ile Charlie nin tahtına taht demediği ,Umpa lumpalar ile keyfini sürdüğü fabrikaya adım attılar. Charlie Wonka ve Mushroom 5 lisi. .....


Ev veett. Ve devamı için Warner Bros ile yaptığım anlaşma dahilinde hakları en azından siz türkçeyi bilen ve koruyan vatandaşlar için vizyona girilene kadar gizli tutulmuştur. Hayal gücünüz ve siz başbaşa güzel bir akşam yemeğinde devamı için berabersiniz.

Bu bir ilk adımdır.
Umarız adımları sayamadan koşar hale geliriz. Gül döksünler bloğumuza.
Sevgiler.saygılar.

25 Haziran 2009 Perşembe

garaj önünde rapsodi



Aman allahım ki ne aman, neler oluyor hayatta, neler oluyor burda! bunun cevabını benden duymak istediğinizi biliyorum ama artık kollektivitenin sınırlarını zorlayan bloğumuz moda dünyasına anlam katacak şok bir ismi, Meriç Canatan'ı da yazar kadrosuna eklemiş durumda. Artık sadece benim yazıp çidiğimle değil, bundan böyle Meriç'inde kendi dünyası dahilinde renklendirerek yorumladığı fotolar üzerinden de bir şeyler almaya tam gaz devam edeceğiz.

amaç; ben, meriç, sen, o, şu... olay aynı fotoğraf karesinin altında ayrı dünyaların insanı birbirinden renkli simaların yorumlarını buluşturarak siz sevgili blog izleyicilerine bambaşka bir çözümleme dünyası sunmak. Böylelikle bloğumuzun kazandığı bu çoklu perspektifik yapı, siz blog okuyucuları adına oldukça büyük bir kazanım olarak geri dönecektir. en azından ben öyle umut ediyorum.
Böyle yaparak bir bakıma kendimizle çeliştiğimiz bile söylenebilir. Eğer aynı konu hakkında Meriç elma, ben armut diyorsam eğer, işte o zaman blog girişlerinden alacağınız bilginin kalitesini sorgulama gereği duyabilirsiniz. bu durumu hayıra mı şerre mi yorarsınız bilmiyorum ama düşünmeniz ve ışığı görmeniz adına sizi bir iki saniyeliğine kendinizle başbaşa bırakıyorum.

1-,2-,
ama şunu da eklemeden geçemem ki, oda şudur; Burası belli bir meslek gurubu veyahut herhangi bir konuya ilişkin kesin doğruların sunulduği bir mecra asla değil. Aksine biz, oluşmış genel kanılara tezat bir şekilde, çeşitli kıstas ve doktirinlerden uzak bir tavırda,içimizde depreşen naif duygu kabarcıklarıyla, yani anlayacağınız bir başka heyecanla yola çıkıyoruz. Burda yaptığımız doğru söylemek olmadığı kadar atıp tutmak, işkembeden sallamak da değildir. Bloğu okudukça bahsetmeye çalıştığım bu içimizdeki heyecanı, haspelkader kurduğumuz cümlere yansıtmaya çalıştığımızı, ve haspelkader de yansıttığımızı görmeye başlayacaksınız. ve gene en azından ben, bunu böyle umuyorum.

Biz burda hayatın absürdlüklerini, ilginç yanlarını, kenarda köşede kalmış ayrıntıları, insanların belki de hergün yaşadığı ama farkına dahi varmadığı ritüelleri gün ışığına çıkarmaya çalışıyor, ve birazda espirili bir dil kullanarak yazıyor, sizlere aktarmaya çalışıyoruz. Yazdıklarımızın birer "moda eleştirisi" olarak algılanması olasılıklar dahilindeysede en azından biz böyle bir amaç adına bilgisayar başına geçip klavyeyle cebelleşmeye başlamıyoruz. Evet, klavyeyle cebellşmek!

Anlatmaya çalıştığım da işte bu ya; bir devlet memurundan farklı olarak rutin bir şey yapmak adına değil, heyecanlanmak, kendimizi kaptırmak, hatta yer yer hayal alemlerine, kimi zaman yaşanmışlıklarımıza, kimi zamansa dostlarımıza -onlarla birlikte gezip gördüğümüz yerlere gidiyoruz; belki fiziken bilgisayar başında oturuyoruz belki ama, emin olun yahu, harbiden sadece madden sandalye üzerindeyiz. Geri planda okyanuslara, bilinmeyen karanlık sulara yelkenler fora vaziyette ilerliyoruz, durmadan ve yorulmadan, inanın ki böyle yapıyoruz, bu çark böyle dönüyor, emin olabilirsiniz :P

Enginlere sığamıyor taşıyor, bir heyecan sayfalar sıralıyoruz ard arda. Sonra birden durup "ben ne yapmışım böyle" diyerek duruluyor, son bir saat içinde önümüzeki bilgisayara kustuğumuz heyecanın kimi yerlerini düzeltiyor, kimini siliyor, cümleleri, genel olarak yazıyı sizler adına daha bir okunaklı hale getirmeye çalışıyoruz. Zira o denli bir heyecanla kaptırıyoruz ki bazen, taslak olarak tamamladığımız bir yazıyı bırakın siz, aradan bi kaç gün geçip bakınca biz dahi anlamıyor, bir anlam veremiyoruz; "Herhalde o gün kafa güzeldi" diyerek yazıyı rafa kaldırdığımız çok oluyor :)

Burda bi kaç paragraftır size, atıp tutmadığımızdan bahsettim ama umarım yukarda atıp tuttuğum(?) şeyler konusunda Meriç'de benimle aynı duyguları paylaşıyordur. Kaldı ki paylaştığı ya da paylaşmadığı bir konu varsa, hatta doğrudan karşı çıktığı noktalar dahi olabilir, icap ettiği takdirde bunarı aşağıdaki "yorumlar" bölümüne ekleyerek bana cevap verebilir, hatta çemkirebilir, burda herşey serbest :) ve tabi sizlerde, yazılara ilişkin kafanızdakileri, okumayı bitirir bitirmez yorum penceresine yazabilir ve bizlerle paylaşabilirsiniz.



İşte alatmaya çalıştığım asıl konu da zaten bu! bir fotoğraf, binbir yorum ve bunun sonucunda farklı farklı bakış açıları...
Hepimizin yaşanmışlıkları, hayalleri şuyu buyu farklı, hiçbirimiz yukardaki fotoda aynı şeyi görmüyoruz. Görmemeliyiz de! İşte bu blog bunun kanıtı olarak yayın hayatına başlamış bulunmaktadır!

Dedim ya, hepimizin yukardaki fotoda gördükleri farklı ama gelgelelim ben yine de yapacağımı yaparak görünen köy kılavuz istemez diyeceğim ve iki saattir yukarda yoğurduğum hamuru bi kenara itip kendi tarifimle yola devam edeceğim.

Göz bu arkadaş ne de olsa, tamam anladık göreceliliği var muhakkak ama ne bileyim; Ben orda şuan ne görüyorsam sen de onu görüyor olmalısın, İyi bakın, bakın bakın; sağ baştaki kadın kılıklı mahlukat erkek değil de nedir, bence bal gibi erkek. tavrına, tipine hele hele şu sıfata bir bak hele!
o ne sıfattır öyle, öcü gibi ya, ne o öyle. Bunu alıp askere göndermişler, bi de üstüne gece 3-5 ileri karakol nöbeti yazarak görev yerine bırakmışlar, bi daha da almaya gelen olmamış, garibim de orda sabahın ilk ışıklarına kadar öylecene dikilip durmuş ve bu hale gelmiş.

Tamam tamam, baldırı bacağı ve şusu busuyla derken bunun bir kadın olduğunu bende görüyorum; Ama "o ne"dir öyle yahu. Allah beni böyle kızlarla muhatap duruma sokmasın lütfen!

Benim derdim bu kızın tipi, makjayı ya da fiziğiyle ilgili değil; ama her seferinde böylelerini gördüğümde bana inanılmaz bir sinir basıyor; şuan da halen daha o sinirin etkisindeyim. Ne o kollar, kafa nereye bakıyor, belin hangi yöne ve ne maksatla o şekilde büküldüğüyse ayrı bir oturumun konusu olacak nitelikte. feminiztler kızabilir, kızarsada kızsın, ama ben öyle kadının kadınlıktan uzak, robot gibi, sokak serserisi gibi gerlip kasılıp poz vermesinden hiç mi hiç haz duymuyorum.

Bu tavrım ve yorumlarımla gayet sığ davranıyor gözükebilirim ama şuan o kızdan aldığım hissiyat aynen şu şekilde, sizlede paylaşmazsam çatlarım:
Cadde köşelerinde fahişelik yapan bir tip düşünün, yolun kenarında, park etmiş arabaların arasından yoldan geçmekte olan araç sürücülerine zarf atıyor; iki kırıtıyor, bi iki gülümsüyor ve yolunu buluyor işte. Ama emin olun :) öyle filmlerdeki gibi bi bacağını yola doğru uzatıp bacak şov yapmıyordur. en azından şu görünüşüyle bu kızın öyle bişey yapacağını ummak saçmalık olurdu. O sadede yoldan geçen şöförlerin gözlerinin içine işveli işveli bakmakla yetiniyor.
Ardından ansızın caddede bir polis aracı beliriyor. bunun akabinde kızımızın soğukkanlılığı dikkat çekici; Panik yapmadan duruşunu değiştiriyor ve aynı fotoda gördüğünüz şekle bürünüp pozisyonunu alıyor. Bak bak, bi daha bakın o duruşa. "ne var la yaprağım" der gibi kaykılmış yukardan ykardan bakıyor yoldan geçmekte olan polis aracına, içindekileri görebilmek için geriye doğru attığı belinin üstündeki boyalı kafasından, araç içindeki memurlara imalı bakışlar gönderiyor. Fotoğraftaki yüz ifadesine tekrar bakın ve bana hak vermeye çalışın.

Aslına bakarsanız bu havai, küstah görünümüyle en ağır duruşlardan birini sergileyen kızımız, işin ilginci aynı zamanda fotoğraftaki en masumane duruşlardan birinede sahip olarak tezatlıklar kraliçesi unvanını almak için limitleri zorluyor. Bence bu kız fotodaki en dikkat çekici öğe zira sadece ona baktığımda, fotoğrafı gezinen gözlerim biraz daha seyir işini devam ettirerek kadrajın içinde dolaşmaya devam ediyor. Niye diye sorarlara adama? e bende yazıyorum, sabırsız davranmayalım. Önce onun alay eden, ama asla sempatik olmayan soğuk yüzüne bakıyorum; ama sonra, ardından onun içe doğru bükük ayaklarına gözüm ilişiveriyor, buna baktığımda aklıma masumane bir kız imajı geliveriyor, bir an için yumuşuyor ve o hilkat garibesi yüzü unutup karşımda alımlı bir kız olduğunu düşünüyorum; aklımda güzel bir kız imajı oluştuya, tabi doğal olarak süreci başlatıyorum, karşısına güzel kız çıkan her erkeğin yaptığı gibi göz ucuyla aşağıdan yukarı doğru(?) onu süzmeye başlıyorum.

Ayaklar içe doğru kapanmış durumda, gerçi ayakkabılarının şeklini şemalini seçemesemde ayakların içe doğru yaptığı kavisi az çok hissedebiliyor/görebiliyorum. Desen eğitimi almış bu gözler bacağın geliş yönüne bakarak, ayakların kendisini görmesede pek ala yönünü tayin edebilecek düzeyde elbet :) Bu içe bükük duruş, ince bilekler ve yukarı doğru kusursuz bir yay çizerek yükselen bacaklarla birleştiğinde kafamda temiz, masum bir liseli kız imajı canlanıyor.

sonra o krem rengin üzerinde kırmızı çizgileri olan etek yok mu? Belki yanlış görüyorumdur, belki de bayaz zemin üzerinde kırmızı çizgiler vadır? öyle de olabilir ama kızmızı altına uçuk bir renk olan beyaz yerine krem tonlar daha iyi dururdu, beğer o çizgiler beyaz zemindeyse, şuan gözümüze hoş gelen o etek şimdiki gibi durmayacak, oun yerine o alımlı, yumuşak dokuyu kaybederek Fahrettin Gökay Lisesi nin 19 mayıs törenleri için hazırlattığı kostümlere benzeyecekti. Bu yüzden krem zemin diyelim ve eteğin o büyülü atmosferinden bahsetmeye devam edelim.

Yani az önceki o hilkat garibesi yüz hatırıma biraz daha geç girse aha bu hayalimdeki kız diyeceğim, o derece yani, kızımızın bu eteğini çok sevdiğimi ve altına tercih ettiği bordo vari renk çorapların da eteğin rengiyle gayet güzel örtüştüğünü özellikle belirtmeliyim. Ama orda asıl toparlayıcı unsur, eteğe o güzel görünümü veren yegane şey, kızımızın taktığı ince kemerde yatmaktadır.

Ayaklar, bacaklar, etek derken gözümün yukarı doğru olan azimli tırmanışı, kemeri görünce bir anda duraklayıverdi ve tırmanmaktan vazgeçip tekrar başa, aşağıya doru kaydı. Zira taktığı o ince kemer bana kızımızın ince ayak bileklerini hatırlatmıştı.
Tamam tamam itiraf ediyorum. başından beri yok ayağın yönü, yok ayağın kavisi, yok kemerin inceliği , yok efendim ince ayak bilekleriyle olan uyum derken baya bir açık verdim. itiraf ediyorum ayak fetişistiyim. Zaten bunu bir kızı nerden süzmeye başladığımdan da az çok çıkarabilirdiniz ama ben buna izin vermedim. kimisi yukardan aşağıya, kimisi aşağıdan yukarıya doğru süzmeye başlar :) fakat ben her iki yöntemden farklı olarak önce bir yüze bakıp kafa karıştırdım, aha yukardan aşağıya doğru inecek dediğiniz anda direkt ayaklara geçerek yukarı doğru bir tırmanma metodunu izledim. Hani test falan yaparlar, anketlerde sorarlarya: Bir kızın önce neyine bakarsınız, ilk neyi dikkatinizi çeker, cevap vereyim ben önce genel olarak bir yüzü süzer, ardından doğrudan ayaklara yoğunlaşırım. çoğu durumda kızın duduaklarına sürdüğü rujun rengi değil, ayakkabılarının rengi benim için daha büyük önem taşır :) tamam tamam bu kadar itiraf yeter. devam edelim!

Kızımızı geçmeden önce toparlama mahiyetinde bir şeyler söylemek gerekirse, oda bu kızımızın her şeye rağmen giyinmeyi iyi bildiği yönündedir. yok yok, gerçekten kızın ayak bileklerini beyendiğiğimden falan ona torpil yapıyor değilim. ama baksanıza, kırmızı normalde ne kadar cartlak, kendini göseren bir renktir. Ancak kızımızın çorabından eteğine, üzerindeki buluzundan taktığı kravatımsı şeye kadar herşeyde kırmızı ağırlıktayken ne kadar güzel bir denge kurulmuştur ki genele baktığımızda gözümüzü turmalayan hiç bir durum söz konusu değil. İşte bunda eteğin zemimindeki ölü krem tonların, kırmızı olan bu etek ve kırmızı bluz arasına bir hat sanatçısı tarafından çekilmiş bir bordür gibi duran siyah kemerden tutunda, kırmızı bluzun sıcaklığını bastıran beyaz yeleğe kadar takıp takıştırılan bir çok aksesuarın payı var.

Hatta o sarı saçların bile seçimi rastlantı değil. Eğer güçlü bir sarı kullanılsaydı inanın sonuç daha başka olacakt. Kullanılan uçuk sarı, doygun kırmızının üzerindeki iktidarını kabul etmiş gibi gücünü ve ışıltısını saklamaktadır.

Kızımızı bir hilkat garibesinden farksız kılan gözlerdeki o kara lekeler bile aslında uçuk sarı saçların tamamlayıcısı görevini üstleniyor. Sadece bu kadar da değil. genel olarak bu kafa, o uçuk saçlardan bir anda sıcak tonlardaki ten rengine geçişi kaldıramazdı. işte bu yüzden aynı japon geyşalarda olduğu gibi kızın yüzü, ölü bir beyaz tonla boyanmış.

Yani demeye çalıştığım şu: Hiç güçlü kontrastlar yok. o kadar renkli, cıvıl cıvıl şeyler de giydirilmiş olsa, yine de yumuşak geçiş ve tatlı bir ahengin olduğu, durgun bir düzen yakalınmış. ancak bunu dikkatle baktığınızda algılayabiliyorsunuz. zira baksanıza, ilk başta bir fahişe olarak lanse ettiğim kız hakkında şuanda neler neler diyorum !?!?

Kafanızda bir şeyler belirdi mi? Bir fahişe olarak bir anda alt üst etmeye kalktığım kızımız esasında gayet masumane bir tavır takınıyormuş oysa. biraz kurcalayınca kollarının yönü ya da belindeki o saçma duruşundan, gözlerinin altına sürdüğü abartı siyaha kadar yaptığı her şeyin altında inanılmaz bir anlam yüklü olduğunu gördük. Bu parçalardan birini çıkartsak bambaşka bir görüntüyle karşılaşacağımız konusunda garanti verebilirim. Biliyormusunuz bu kız hakkında konuşmak beni tedirgin etmeye başladı. Önce "hurra" diye saldırarak ona türlü yakıştırmalar ve suçlamalarda bulundum; ancak biraz daha dikkatle onu incelemeye ve gözlemlemeye devam ettiğimde, çoğu şeyin altında inanılmaz bir simetri olduğunu gördüm.

Zaten sürekli hep bundan diyorumya, böyle uçarı, aykırı görünen tiplerden her zaman korkun, sandığınızdan çok daha fazla birikimle o gürünüşlerinin içini dolduruyorlar. Onları gürünümlerine bakarak bir müzik gurubunun üyesi, bir film karakteri ya da best seller bir romanın ün salmış karakteriyle özdeşleştiremezsiniz. Zira onlar oldukça karmaşık gibi görüen ama esaslı bir sisteme sahip görünümleri altında, çok büyük bi yaşanmışlıklar ve deneyimler yığını ile hayatlarını devam ettiriyorlar.

işte bu yüzden kızımız hakkında konuşmayı burada kesiyor, eğer kaldıysa boşluk, onları da sizin tamamlamanızı istiyorum. ben şimdi zenci oğlanımıza geçiyorum. işte bu oldukça iyi, şahsen böyle bir görünüme bürünüp sokaklara çıkar ve dolaşabilirim. Belki siz bambaşka bi şey görüyorsunuz ama ben orda modern bir Clint Eastwood görüyorum. Orda o gence bakarken Spaghetti Western türünün en iyi örneklerinden "iyi, kötü ve çirkin" filmindekine benzer sahneler aklıma geliyor. Clint ağabeyimiz 45liğini çekerek karşıdaki adamı vurmuş, yavaş adımlarla yanına yaklaşmış ve yerde yatan yaralı adama son kurşunu sıkmadan önce, burnu havada bir tavırla son duasını etmesini söyemektedir. Öncelikle yönetmen Sergio Leone hastaları ya da en azından iyi kötü ve çirkin filmini bilenler neden böyle bir benzetme yaptığımı hemen anlayacaktır. Clint ağabeyimiz bildiğiniz gibi bir ceket ya da pardösü yerine daha çok meksikalı amigoların üzerlerine geçirdiği bir çeşit yerel şal/panço ile dolaşmaktadır.

Leone filmlerinde çoğu zaman bir düello olacağını, Cint ağabeyimizin üzerindeki bu pançoyu yana doğru kıvırıp silahını görünür hale getirdiğinden anlarız. Eğer daha önce hiç Sergio Leone filmi seyretmediyseniz, ömrü boyunca az ve öz filmler çekmiş bu italyan üstadın filmlerinden oluşan bir dvd yi sizin için hazırlayabilirim. bunun için hal hatır sorup benle tanışmanıza gerek yok, sadece bana ulaşmanız yeterli.

Kısa bir sinema muhabbetinden sonra şehrin bu modern kovboyu hakkında son sözlerimizi söylemeye geçebiliriz. Şüphesiz mavi ve mor renklerdeki bu ekoseli pançoya en büyük hareketi adamımızın boynuna doladığı şal sağlıyor. Koyu mavi çizgilerden oluşan bu pançonun üzerine açık ve ölü bir sarı renge sahip şal tercih etmek öylesine verilmiş bir karar olmasa gerek. Bu sarı şal ve adamızın yönü, dikkatimizin bir an için tekrar, şal ile benzer renkteki saçlara sahip hilkat garibesi kızımıza kaydırıyor.

Pu-haha, hatta eğer yanlış görmüyorsam bu şal ve kızın saçlarındaki sarı renk, adamımızın kara kafasındaki saçlarınada az biraz taşınmış durumda. burada tam bir armoni var aslıında; Bende iki saattir adam ve kızın birbirini neden bu kadar tamamladığını ve gözümün onları bir bütün olarak neden görmek istediğine anlam vermeye çalışıyordum. Fotoğraftaki diğer adamların kadraj içindeki duruşları daha farklı bir hizaya odaklanmışken, kovboy kılıklı zenci ve hilkat garibesi kılıklı kızımının farklı duruş yönleri, gerek üzerilerineki renklerin uyumu, bunların hepsi sayesinde bir bütünlük göstermeleri bir rastlantı olabileceği gibi, önceden verilmiş bir kararın sonucuda olabilir.

Zira şu ana kadar yaptığım yakıştırmalara bir bakın,
kızımıza fahişe damgası vurdum. ancak dikkatle bakınca bundan daha fazlası olabilceğini gördük; hatta bir yerde onu nöbetçi kulübesindeki askerlere bile benzetttim.
Zenci oğlanımızında amerikan zenci kültürüyle bağdaşmayan, farklı bir kültür olan meksika yerlilerine benzediğini, en azından mesikalılara ait bir pançoyu üzerine geçirdiğinden bahsettim. Hatta onun bu üstündekilerle modern bir Clint Eastwood türevi olduğunu da söyledim :)

Şimdi bu doğrultuda toparlamaya devam edersek konuyu oldukça zorlamaya başlayacağımı düşünüyorum ama genede geri adım atmayacağım; aranızdan bazılarının sıkıldığını, bazılarınınsa çoktan sıkılıp okumayı bıraktığını, kiminizinse çıkıp şöyle dediğini duyar gibiyim;
"ne yani, fahişe ve zenci gibi alt kültüre ait özneler bir yöne bakıyor, günümüz gösteri dünyasınn ritminde yaşayan normal insanlarsa bir başka yöne mi diyorsun !??!"
Yok yahu, sarhoş değilim ve gayet açık yüreklilikle ifade edebilirim ki böyle bir çıkarıma ulaşmak için fazla da kasmadım. sadece bir 50 lik tuborg bitirdim o kadar. kafa henüz güzel değil yani :)

Bu yüzden artık daha fazla kişiler üzerine takılmadan devam edecek ve artık sinir katsayılarınızla oynamayı bırakacağım. zevk olarak okumanızı istiyorum :P sıkılıp okumayı bırakmanızı değil.

Şimdi sıra fuşya fuları ve beyaz elbisesiyle arz-ı endam eden adamızda geldi diyecektim ki ama ne yaık ki hayır; Bi değişiklik yapalım. Birazda mekandaki düzenlemeden bahsetmek istiyorum. Parlak yeşil olarak gördüğünüz klasik araba muhtemelen görüldüğü gibi orjinal haliyle fotoğraftaki yerini almıştır; belki de fotoğraftaki kanallar ile biraz oynanıp araba üzerindeki yeşilin kuvveti arttırılmış da olabilir. ama böyle bir şey yaptıklarını pek sanmıyorum. bu durumda modellerin üzerindeki elbiselerin renk ve ton değerlerinde de sapma olabilirdi ki bu da böyle bir moda çekimi kokan fotoğraf için, istenmeyen bir şey olsa gerek. Tabi işi daha profesyonel ele alıp photoshop ya da kullandıkları diğer görüntü işleme yazılımı vasıtasıyla, program içindeki uygun seçim araçlarını kullanarak sadece arabayı seçmiş ve ardından sadece bu seçim bölgesi üzerinde ton ve renk değerleriyle oynamış olabilirler. Bu olası gözüküyor zira photoshop gibi programlarının bize sunduğu birtakım seçim araçlarını kullanılarak arabanın rengile oynamak mümkün. hatta gene bu yöntemle arkadaki binalardan birinin turuncu, birinin de mor renge boyanmış olduğunu görüyoruz. buda araba konusundaki savımızı destekler nitelikte.

Ne yani, o binalar dijital/sayısal olarak mı boyanmış diyeniniz varsa eğer, ceabım elbette öyle olacaktır. Fotoğrafların birer kurmaca olduğu, asla gerçeği göstermediği gerçeğine alışın artık. Özellikle mor binaya baktığınızda binadaki pencere ve camlarında morun tonlarında olduğunu göreceksiniz; Bunun sebebi fotoğrafı işleyen sayısal sanatçının binanın tamamını seçerek gerekli renk düzenlemelerine doğrudan girişmesidir. Binayı bir bütün olarak seçtikten hemen sonra, renk düzenlemerini yapmadan önce gene sözkonusu seçim araçlaını kullanarak pencere ve camları ana seçimden çıkarsaymış, belki daha doru bir sonuç çıkabilirmiş. Gerçi bu durumda da fotoğrafın sağlamaya çalıştığı o büyülü dünyaya bir darbe indirmiş oluruz.

Baksanıza şu tabloya, ne kadar eğlenceli bir kare ile karşı karşıyayız, morlu, turunculu ve uçuk giri renklere sahip binaların arasında muhtemelen Dodge Challenger model yeşil bir araç ve ona yaslanmış alakaya maydonoz tipler. Aslında şu konuşmadan sonra onları alakasız olarak lanse etmek yanlış olur zira dediğimiz gibi fotoğrafı işleyen sanatçı tarafından onların alakasızlığı mor ve turuncu bina sayesinde mekana taşınarak kadrajın geneline bir uyum getirilmiş. Dodge Challenger hakkında elbette nette küçük bir araştırma yapabilirsiniz ama ben size tarantino nun “Death Proof” filmini izlemenizi tavsiye edeceğim.

Zaten son üç karakterimizse ortada bir cümbüş olduğunun ve bu fotoğrafın hayal aleminden fırlayıp gelmiş olduğunun kanıtı niteliğindeler. Fuşya renkli fular, sahibinden çok fotoğrafın geneline bir etki katıyor gibi duruyor, zira sahibinin üzerinde fuşyanın güçlü etkisini dizginleyecek hiç bir kuvvet yok. Buda size kapak olsun işte. Fuşya öyle ha deyip kullanabileceğiniz bir renk değildir. fuşyanın gücünü kıracak güçlü beyaz gibi saf renkler ve bu fotoğrafta olduğu gibi arka planda kafa karıştıran canlı renkler, desenler olması gerekir. Aksi halde tek başına fuşya gözü yorar ve taşıyıcısına uzun süre bakamayacağımız bir imaj yaratır. Fuşyanın bu güçlü etkisini iyi dağıtamayan adamımız oldukça göze batıyor. Bu yüzden üzerindeki fuşyayı onunla değil daha geniş bir perspektifte ele alarak, mekanla ilişkilendirmek durumunda kalıyorum. yoksa tek başına, sadece adamımız üzerinde ele aldığımda gözümü yoruyor. Koluna taktığı mavi çanta yada ayaklarındaki Lamborghini turuncusu kadın ayakkabıları dahi fuşyanın gücünü dengelemeye yetmiyor.

Baksanıza yahu, adamın adam mı yoksa kadın mı olduğu konusundaki belirsizlik dahi beni enterese etmiyor şuan. Fuşyadan konuşuyor, konuştukça konuşuyorum; Sahi yahu, eğer bu bir adamsa ki az biraz tipinden öyle gözüküyor, o zamaan ayağındaki bu turuncu topuklularda neyin nesi ?!? :P

Amağn, şimdi bunu tartışacak değilim. En sinir olduğum konulardan biri olan bu muhabbete sokmayın şimdi beni, Kimin erkek kimin kız anlayamadığımız yüzyılımızın muğlak statüde dolaşan insanları kadar beni sinir eden bir başka şey daha yok.
Erkek dediğin çift Y kromozonlu olmalı, o kadar :)

Peki neden fuşyanın gücünün dağıtılamadığını görüyoruz; iyi hoş, canlı mavi renkteki çanta ve turuncu ayakkabılar, bunun yanında sarı saçlar...vesaire. Yani anlayacağınız adamımız(?) fuşyanın gücünü dağıtmak/kırmak adına baya bir uğraşmış gözüküyor. Şimdi değineceğim püf nokta eğer uygulamaya konarsa eğer, bakın siz de benimle aynı fikri paylaşacaksınız ortada sorun morun kalmayacak. Şöyleki halihazırda kullanılan mavi ve Lamborghini turuncusu gayet güzel seçimler. Canlı oluşlarıyla fuşyanın ütesinden pek ala gelebilirler; Peki o zaman sorun nerede? Sorun renk seçimi değil bilhassa bu renklerin ne şekilde kullanıldığıyla alakalı.
Mavi ya da turuncuların geniş bloklar halinde kullanılması yerine bu renklerin oluşturduğu desenler tercih edilmeliydi. Bi başına geniş yüzeyde kullanıldığı için her ne kadar canlı bir renk olsada mavi, ne yazık ki tek başına beyaz arka fon üzerinde bir hareketlilik yaratmaktan veyahut fuşyanın gücünü kırmaktan uzak duruyor. Beyaz adamımızın(?) üzerine geçireceği ya da yanına alacağı alacalı bulacalı, irili ufaklı, diyagonal, spiral falan filan derken ne olduğu ilk başta anlaşılamayan rengarenk bir aksesuvar, işte böyle bir seçim, gözün ilgi alanı içerisine girecek, gözü meşgul ederek fuşyanın hakimiyetine son verecektir.
Böyle bir kombinasyonu beyoğlunda rastladığım Meriç'in üzerinde bir ara gördüğümü anımsar gibiyim. beyaz bir şortun üzerine gene beyazlı bir tişört giymişti. bi fular mı bağlamıştı ya da ne bilmiyorum ama üzerinde fuşyanın kendini gösterdiği bir şey olduğunu hatırlar gibiyim. genel olarak bayazın hakimiyeti dışındaaynı bu adamımızda(?) olduğu gibi fuşya ve canlı mavi dikkat çekiyordu. Sanırım mavi rugandan ayakkabıları vardı. Belki de yanılıyorumdur; Onun da hatırlaması adına bu karşılaşmanın geçen senenin eylül-ekim gibi okulların henüz başladığı bir ayda ve Fransız Kültür Merkezi önünde olduğunu, ama sadece kısa, ayaküstü bir karşılaşma olduğunu ekleyerek bu bölümü kapatayım.

Çünkü asıl bomba bölüme geldiğimi düşünüyorum. Bana kadraj içindeki tipler arasında en az keyif veren iki karakterdeyiz(?) Niye böyle dediğimi öğrendiğinizde, durum sizin için de daha bir ilginç hal alacaktır. Sizce de bu tipler hergün beyoğlunda, kadıköyde falan gördüğümüz, henüz olgunlaşmamış ama şığı göme yolunda ilerleyen yeni yetmeleri andırmıyormu? Bu arada üçüncü Tuborg'uma şimdi başladım ve karnım acıkır diye yanıma "şeftalili yoğurt" aromalı "eti kaymaklım" almış durumdayım. Fenerbahçe /kalamışdaki ismi lazım olmayan lüks bir otelin balkonuna oturmuş, sizler için yazmaya devam ediyorum. Haa, pardon, ilk iki tanesi tuborgdu ancak onları havuz başındaki barda söyleyip içmiştim :P Şimdiyse odama çekildim ve az önce oda servisinden bi tane 50lik istediğimde bu sefer bana Efes getirdiler.

Bira efestir ya da Efes biradır muhabbeti yapacak değilim ama diğer biralara kıyasla(piyasadaki)Efes'in kutu olarak satılan ve üzerinde "fıçı bira" yazan ürünlerine 10 üzerinden 10 verebilirim. içkiden az biraz anlayan biri olarak söyleyebilirim ki eğer bira içerken her seferinde aynı klasik tadı almaktan ziyade yudumlarınızın her birinde ayrı bir tat yakalamak istiyorsanız, fıçı birayı yudumlayın ve ağzınızın içinde, damağınızda falan biraz dolaştırarak, bira hazılanırken içine katılan çeşitli katıkların aromasını hissetmeye çalışın.
küçük bir not: ama sakın fıçı biranın dibini içip, az evvelden ağzınızı kaplamış olan o muhteşem aromayı ve keyfinizi kaçırmayın.

Neyse yav, ne diyorum ben, konu sapmasın daha, haydi yukardaki kıza bakalım. Kendini bi uğura adamış ve kadıköyde elinde sigara sağda solda sürten yeni jenerasyon kızlardan biri gibi değil mi? yani böyle bir kız kadife sokağa geldiğinde - ki böylelerinin bu sokağa gelmesi bile bir mucizedir- gidip "arka oda"ya gitmez. Kadıköyü bilmeyenler için aynı senaryoyu nevizadeye uyarlayalım; Gidip de nevizadenin sonundaki peyote'ye girmez yani. Böylelerinin gene beyoğlundan bir örnekle devam etmek gerekire "crap" gibi bir anadolu rack bara gideceği de zannetmiyorum. Nereye gidiyor ya o zaman bunlar. bakın bakın, burası önemli, biyere gitsinler ya da gitmesinler her haltı biliyorlar;
okuyorlar; gazete, kitap, dergi, penguen, uykusuz...
çiziyorlar; not defterinin bir köşesine, Açık Öğretim kitabının arkasına, mümkün mertebe bulabildikleri her yere...
ve daha nicesi...

Bir önceki yazımda, "bakınız: entel, dantel, hansel ve krotel" bir örnek vardı. Mor elbiseli bir kızdan bahsediyordum. Böylelerinin şirin ve hoş durduklarından, basit gözükmeye çalıştıklarından, ancak çoğu durumda güzel vücutları ve sade giyinişleriyle yarattıkları o aptal sarışın imajının geri planında inanılmaz yaşanmışlıkları olduğundan bahsediyordum.

Şimdi buraya geri dönelim. Az önce yukarıdaki iki tip için olgunlaşma evresinde olduklarından bahsetmiştim. Yani henüz içlerindeki heyecan çok yeni ve ham, her şeye atlıyor ve öğrenmeye çalışıyorlar. Baktığınız zaman içlerindeki enerjiyi gizleyemediklerini, gizlemediklerini görüyorsunuz. Gerçi oğlanımız gizlemek adına maske takmayı uygun görmüş ya neyse (soğuk espiri volume 1) :P

Demeye çalıştığım işte böyle tipler, gelişip, serilip-serpilip bir noktadan sonra artık daha bir oturaklı hale bürünüyor ve gerek davranış, gerek giyim gibi konularda adını zor koyduğumuz bir giyim kuşam biçimini tercih ediyorlar. Biraz daha sade gibi duruyorlar. O alacalı bulacalı abartılar atılmış artık. Bu sadelik ya da daha doğru tanımıyla durulma, ilk bakışta size daha karmaşık, daha bohem, daha spesifik gözükebilir.

Ancak onların yaptığı ve belki de göstermek istedikleri, tüm bu kurguladıkları asimetrik düzenlemelerin bir bütün olarak bakıldığında kusursuz bir simetriyi beraberinde getirdiği gerçeğidir. Lütfen bu cümlemi not ediniz; öyle kolay kolay böyle laflar çıkmıyor ağızlardan... Asimetrikliklerin bütününde simetri yaratma çabası... hey yavum hey, ben neymişimde daha yeni yeni anlıyorum. bi yudum daha içeyim de klavyeye vuran parmaklarımdan belki daha başka anıtsal sözler daha çıkar ortaya...

Gerek kızımızı gerekse maskeli oğlanımızı, diğerlerinden ayıran, farklı kılan, bu olgunlaşmamışlık işte. Onlar küçük detayların bütünde bir ahenk yaratmasından ziyade hurra diye saldırarak dolaba, ne varsa üstlerine geçirme derdindeler. yani oğlanımıza bir bakın hele, o pantolonun üstüne o güçlü desenlere sahip gömleği giyerek bir anda kendini, aynı pantolonu üstüne beyaz gömlek giyen lokanta garsonları ya da otobüs muavinlerinden farklılaştırdığını mı zannediyor. Aslında hiç de öyle değil. Kuşkusuz o tarz bir gömleği, alakasız bir tip indirimde görse ve alarak giyse, işte oda aynı görünecektir.

Ama bakın, o turunculu falanlı filanlı desene sahip gömleğin üzerine, yukarda muhabbetini ettiğimiz fuşya ya da benzer güçte, açık bir renge sahip bir fular bağlansa, tabi bu fular öyle dil gibi olmamalı, mütevazı bir uzunluğu, hatta mümkünse aşağayıya doğru sarkmayacak kadar kısa bir uzantısı olmaması gerekiyor. bakın belki o zaman bu genç için de bir şeylerden anlıyor işte diyebilirdik.
Ama hak verin, sizce de o zaman daha bir hareket gelmez miydi oğlanımız üzerine. İşte o zaman onun içinde birbirine zıt öğeleri kombinleyerek simetriyi yakalamayı başarmış kerata diyemez miydik?

Üçüncü 50lik de bitti. Birazdan da "şeftalili yoğurt" aromalı bisküvüleri yemeye koyulacağım. Yani anlayacağınız yazının sonuna geliyoruz. Ne demişler; Felsefe yapılabilmesi için heşeyden önce uygun bir ortam, refah, ekonomik özgürlük.., şu bu gereklidir. Bize derslerde hep bu öğretilme di mi? Her felsefe dersinin başında bu konuya dikkat çekmediler mi? ee o zaman azad edin beni, açım, uykusuzum, birazda sarhoşum işte.., Ben de felsefe yapamaz duruma geldim artık. Ne bira kaldı ne de bende şuan uyuklamakta olan oda servisindeki adamı uyandıracak vicdan!

Gerçi zaten sonuna gelmişiz, kızımız hakkında bir kaç bişey dedikten sonra, çözümlenecek ya da hakkında bir şeyler söylememiz gereken kimse kalmıyor.
Bu kızımız biraz daha gezip görsün. Yakında ayrıştırmaya ve öyle kafasına pembe boya sürdüğünde, bu tezat görünümü biraz dengelemek adına daha yumuşak tonlarda ve daha basit giysiler seçerek kontrast ibresini biraz düşürmeyi, düşürmesi gerektiğini anlayacak, öğrenecek. Cem Yılmaz'ın dediği gibi ses sonda, renk de sonda olunca alacağınız ya da zaten almanız gereken keyifde otomatik olarak düşüyor. Bu kızımızın yapacağıda bu paralelde kendini dizginlemek olackatır, yoksa kötü giyindiğini falan söylüyor değilim. hatta ilk başta dikkatmi çeken şey şu oldu ki, bunuda demeden bitiremeyeceğim. Etekteki desenli dokunun bir benzerinin, ayakkabılardaki bacıklarda da tekar etmesi gayet güzel durmuş fotoğraf içinde. O bacıklar beyaz olmasaydı eğer, aha burda eksik bir şeyler var diyecektim işte.
Velhasıl kelam bitirme vaktidir. biraz bocaladım, biraz konuyu dağıttım, anlatırken biraz(!?) uzattım, kimi yerde abarttım şudur budur oldu bişeler işte.ama inanın kafam oldukça karışık, ne de olsa daha yolun başındayız...
 
 
 

22 Haziran 2009 Pazartesi

entel, dantel, avarel ve krotel

vay vay vauv,
şu muhteşem dörtlüye de bir bakın hele; ne de eğlenceliler değil mi? adamlar yaşıyor işte! uff, gel bide bize bak dediğinizi duyar gibiyim. Peki bu fotonun hayli eğlenceli ve ilginç bir kare olduğu konusundaki fikrime katılmayan var mı? Di mi ama bi baksanıza şunlara. Esasında o kadar da renkli sayılmazlar ya hani. Sanki bu kareyi ilginç kılan onların eğlenceli tavırları ya da üzerlerindeki elbiseler değil; asıl mevzuu dördünün de aynı kare içinde ye alması.


Yani bu, üzerinden çıkartmadığı kostümüyle film çekimlerinden dönen Kenan İmirzalıoğlu'yla gene film çekimi için makjay masasına oturmuş şahan gökbakar tiplemesi olan recep ivediğin aynı karede yer alması gibi bir şey.

Dikkatle inceleyin, Sizcede dördünde de farklı alt kültülere ait giyiniş tarzları kendini göstermiyor mu? işte bu yüzden eğleneli, baktıkça bizi gülmeye ve hatta bir daha bakmaya teşvik eden yapı buradan ileri geliyor. umarım bu bana bakerken keyif aldırdığı kadar sizin içinde az biraz bir şeyler ifade ediyordur.

Sol baştaki adamımızla başlayalım; size de bu adam, haftasonunu istanbul modern gibi çağdaş sanat müzelerini gezerek geçiren tiplere benzemiyor mu? -Andırıyor elbet :P
Dahası biraz da sinir bozucu bir görüntüsü var, düşünsenize bir, siz sıradan jean ve üzerinize geçirdiğiniz tişörtünüzle müzeye gitmiş ve duvara asılı eserlere bakıyorsunuz. Tabi adamımızda müze içinde ve görüş alanınız dahilinde gezinip duruyor. Siz devam edip henüz yeni gördüğünüz bir eserin önünde dikilip duruyor ve ondan bir şeyler almaya çalışıyorsunuz.bu eser biraz fazla mı modern sanat kokuyor ne? Anlamak, anlamlandırmak için biraz fazlaca önünde vakit geçiriyor ve farkına bile varmadan orada entellektüel bir imaj yaratıyorsunuz.

Sağdan bakıyor, soldan bakıyor, tam altına yatmadığınız kaldı diyeceğim yerde siz daha bi garibini yaparak eserin yanına yanaşıp, eseri kokluyorsunuz. Beriden gelmekte olan yaşlı teyzeyse önce esere, ardından eser karşısında takındığınız sistematik tutumunuza bakıyor ve aman allahım diyor kendince! sizin davranışlarınız karşısında bu yaşlı teyze dehşetle şu düşncelere dalıyor olmalı; Bu adam resme baktığında benim gördüğümden fazlasını mı görüyor acep, hemen bir teleş içine girip oda sizin gibi bir sağdan bir soldan resmi yoklamaya başlıyor. orda ikinizde entellektüel bir tutum içine girmiş durumdasınız.

ve işte, yanınıza doğru bu ritüelimsi havayı alt üst edecek biri yaklaşyor!

şimdi durup resimdeki birinci adamımıza tekrar bakın ve ardından yazıyı okumaya kaldığınız yerden devam edin.
Yahu bi baksanıza doğru dürüst; şu tipe bi daha, bir kez daha bak ve sonra gel beni dinle;

Saçına bakınca etkilenirsin ama gidipde onun gibi saçlarına şekil vermezsin herhalde, ya da onun gibi boynu geniş, ince penyeden bir askılı tişörtü alır ve asla onun yaptığı gibi askılı tişörtü elbisenin ana unsuru haline getirmezsin, olsa olsa sen, o tişörtle ancak rahat diye yatağa girer ve rüya alemlerine dalarsın.
Ama bak adama, senin yatakda giydiğin şeyle sokaklarda arz-ı endam ediyor. Timberland ayakkabısının mavi rengini çantaya, kahvesiniyse kemerine taşıyarak uçarıyırım, hovardayım ama biz de boş adam değiliz imajını dışardan bakan adama usulca yansıtmasını biliyor icabında. işte bu saçı başı, ve uçarı tipiyle müzede yanına yaklaşmakta olan adam senin için bir tehlikedir arkadaş, sen sen ol onun o mazlum yüz ifadesine kanma.

Yaşlı teyzeyle sizin ritüeliniz devam ededursun, o yanınızdan yavaş adımlarla ilerlerken göz ucuyla esere bir parça bakar ve bir anlık durakladıkdan sonra eseri incelemeyi bitirdiğine işaret ağzından bir "hımm" sesi işitilir;
ardından usulca yoluna devam ederek bir sonraki esere doğru yürümeye devam eder. bu kaşılaşacağınız en iyi senaryo; Hele bir de bunu yaparken çantasından çıkardığı not defterine bir şeyler çizittirmişse işte o zaman vay haline. Git çabuk terk et o müzeyi.


Yahu bir düşünsene, yaşlı kadın seni bir şey zannedip durmuş orda kendini heba ediyor. şimdi gel de toparla bakalım durumu. kadının gözünde artık bir zavallısın. Bi hiçsin ya!
velhasıl sonuca gelirsek böyle tiplerden korkacaksın abicim, ana tema bu yani! Gelir seni senden alır böyleleri, bunlar atari oyunlarında yanına yaklaştığın ya da değdiğnde yaşam enerjini ve sahip olduğun bonusları yok eden karakterler gibidir;

Alır bitirir karizmanı, zaten karizmam yok diye de kendini koy verip rahat davranma, yoksa da olmayan karizmanı eksi hanelere düşürür böyleleri.

Morlara bürünen kızımıza gelirsek eğer, kendisi için kombin yapmakta hayli başarılı olduğunu söyleyebiliriz;
klasik kesim bir mor elbise, kafaya takılan kuşak ve muhtemelen ikinci el retro çanta sayesinde bu kadar genel kullanım tarzından saptırılabilirdi.

Zaten bu aralar(?) ben kız milletinin böylesine hastayım peşinen şöylüyorum; Böyleleri rahat, alabildiğine uçarı tiplerdir fakat bunu giydikleri pırtık yırtık, deli dolu giysilerle gösterme yoluna gimek yerine ,aksine bulup buluşturup demode olmuş eski kıyafetlerle kamufle etmeye çalışırlar.


Bak ben size söyliyeyim. öyle emo tipli, gotik kızlar falan varya, hepsi hikaye onların,
onlar belli bir kalıp içinde sıkışmış zavallılrı oynayan kaybetmiş tiplerdir.
Emin olun sizden daha eğlenceli, aktif bir hayatları yok. asıl olay: bakınız fotoğraftaki kızımıza, işte olay böyle kızlarda!

Böyleleri emin olun arka planda inanılmaz yaşanmışlıklar ve deli dolu bir hayatla bugünlere gelmişlerdir. Narsisti, Egoisti daha da çok Hednonisti hep böyleleri arasından çıkar. bunlar yaşayıp, okuyup gezip gördükten sonra bu hallere brünen biraz da işin içine çallallık serpiştirmiş tiplerdir. Çoğu durumda oldukça eli açıktırlar ve nereye ne zaman ne kadar harcama yaptıklarının bilgisine ulaşamazsınız. Bir o parti, bir şurası filan derken nerde ne yaptığının takibini yapamazsınız.


Günü bir erkekle kahvaltı yaparak açtıktan sonra hemen yola koyulur ve bir başka erkek akadaşının "obua" konserine doğru yollanır, orda karşılaştığı eski bir erkek arkadaşıya ayak üstü bir yerde öğle yemeği yedikten sonra öğleden sonrası için ajandasına bakarak notlarını ve bu noktalrdaki erkekleri inceler. inceler çünkü aynı gün ve saate muhtemelen iki ayrı erkeğe randevu vermiştir. şimdiyse yapması gereken o anki ruh halline paralel ajandadaki randevulardan birini seçmek ve kendini hayatın akışına tekrar salıvermektir. Çoğu kez ektikleri oğlana haber dahi vermeden hayatı yaşamaya devam ettiklerindendir ki bu onları erkeklerin gözünde hem zor bir av, hemde elde edilmesi için savaşmaya değer bir amaç haline dönüştürür.


Erkeğin amacı ona kim olduğunu göstermek ve bu savaşta pes etmedğini göstermek iken, kızın tek derdi ajandadaki boş saatleri doldurmaktır. çünkü o hayatı olabildiğine spontane ve deli dolu yaşamaya ant içmiştir. işte bu nedenledir ki üstünde böyle bir elbise, ağayında böyle ayakkbı ve kafasında alakaya maydonoz bir bandana görüyoruz.
Gündelik bir kot pantalon ve bluz ile bir davete gitmek ne kadar abes kaçıyorsa, şüphesiz onun üzerindeki bu kombin de benzer bir tepki yaratacaktır. "işte asıl olay da tam olarak budur."
Onun yapmaya çalıştığı ağırbaşlı bir görnüm sergilemek değil, aksine yerine oturmuş bir takım değer yargılarını tiye almaktır. O, yaptığı bu ilginç kombinlerle elbiselerin işlevini bozmaktan zevk alan hakiki bir entellektüel imajı çizmektedir.
devam devam, işte asıl bombadayız:

burası zurnanın zurt dediği yer olduğundan ne desek boş,
başından beri fotoğrafa baktıkça içimizi ısıtan adını koyamadığımız "şey" var ya, işte o şey bu ve yanındaki karalar bağlamış adamımız sayesinde gerçekleşiyor. bizi güldürüyorlar, fotoya bir kez daha bakmamızı, hatta bunu yaparken her seferinde keyif almamızı sağlıyorlar.


ancak bu iki delikanlıyıysa günün ilerleyen saatlerinde, belki de kim bilir, muhtemelen yarın ele alacağım. şimdi gidip soğuk bir maden suyu içmem gerek. nil karaibrahimgil in maden suyu reklamı beni oldukça etkiledi anlıyacağınız.